Türkiye’nin Güney Kafkasya Yönelimi ve Zengezur Koridoru’nun Yükselen Önemi
Türkiye’nin dış politikasında temel bir parametre olarak müdahalecilik motivasyonun arttığı görülmektedir.
Yazar: Dr. Gökhan Çınkara
For the English translation of the article, please click.
Türkiye’nin dış politikasında temel bir parametre olarak müdahalecilik motivasyonun arttığı görülmektedir. Bunun örnekleri Libya, Azerbaycan ve Suriye sahalarında izlenen güvenlik stratejileriyle eklemlenen dış politika araçlarından anlaşılmaktadır. Bu temel gelişim çizgisinin doğal sonucu olarak II. Karabağ Savaşı ile Türkiye ve Azerbaycan arasındaki ilişki sistematiği yeni bir patikaya girmiştir. Türkiye Azerbaycan’ın Ermenistan’dan işgal edilen topraklarını kurtarması için aktif bir müdahale içinde olmuş ve bu Şusa Beyannamesi ile kurumsal ve legal bir çerçeveye oturtulmuştur.
Azerbaycan Güney Kafkasya’da yer alan bir ülke olması itibariyle jeopolitik etkileşimleri çeşitlilik gösteren bir ülkedir. Bir yandan Rusya ile diğer yandan İran ile denge bulma arayışı yapısal bir özellik arz eder. Büyük güçlerin çevrelediği bu ülke için diplomatik esneklik, çevrelenen ülkeleri dengeleyecek ülkelerle stratejik ilişkiler kurma ve ekonomik direnci arttırma, dış politika stratejisinin temel dayanakları olmuştur. Bu sebeple Azerbaycan, İsrail, ABD ve AB ile ilişkilerine son yıllarda ivme kazandırmış ve bu ülkelerle ilişkilerinde karşılıklı bağımlılık yaratma stratejisini takip etmeye çalışmıştır.
Türkiye ve Azerbaycan ilişkileri ise kültürel bağlar, tarihsel anlatılar ve ortaklaşan tehdit algıları nedeniyle son yıllarda lider diplomasisinin pozitif tesiriyle gelişme göstermiştir. Türkiye için Azerbaycan’ın da içinde yer aldığı Güney Kafkasya’da güvenlik, denge ve istikrar önemlidir. Çünkü bu coğrafi alanda Rusya’nın aşırı etkisi Türkiye’nin kuzey ve doğu aksı için bir tehdit teşkil edebilir. Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın alacağı jeopolitik pozisyonlar bu açıdan Türkiye için çok önemlidir.
Zengezur Koridoru, Azerbaycan ve Nahçıvan’ı Ermenistan üzerinden birbirine bağlamayı amaçlayan 43 km’lik bir ulaştım hattıdır. Bu koridorun faaliyete geçmesi ülkelerin ekonomik gelişimine, bölgeler arası entegrasyona ve daha da önemlisi Güney Kafkasya’da Rusya’ya alternatif bir jeopolitik güç dengesinin oluşmasına imkân tanıyabilir. Güney Kafkasya’da eksikliği hissedilen bir husus ekonomik entegrasyonun Rusya faktörü sebebiyle gerçekleşmemiş olmasıdır. 1990’lardan sonra Batılı güçlerin bölgeye ilgisi artsa da Rusya’nın bölgede devam edegelen elit hakimiyeti ve onunla belirginleşen müzahir politik kümelenmeleri bu ülkeleri istikrarsızlaştırıcı bir rotaya sokmuştur. Ayrıca Zengezur Koridoru’nun işlevselleşmesi “Orta Koridoru” somutlaştıracak bir adım olacaktır. Böylece Çin, Orta Asya ve Avrupa arasında ticari ilişkilerin daha yoğunlaşacağı bir döneme girebiliriz.
Son gelişmeler iki önemli jeopolitik gerçekliğe işaret etmektedir: İran’ın zayıflaması ve Rusya’nın güvenlik meselelerinin yoğunlaşması. Bu iki aktörün revizyonist reflekslerinin kısa vadede tükendiğine işaret edebilir. Bu durum Türkiye’nin Güney Kafkasya’da daha proaktif olmasına fırsat penceresi açan jeopolitik konjonktürdür. 7 Ekim sonrası İsrail’in İran’a yönelik saldırıları ülkeyi askeri ve ekonomik olarak çok yıpratmıştır. Bu sebeple kısa vadede İran’ın bölgesel denklemde etkili ve dönüştürücü bir ülke olmasının çok güç olduğu söylenebilir. İran’da varoluşsal bir tehdit olarak rejimin güvenliği ve sürdürülebilirliği başat hedefler olarak öne çıkmaktadır. Bu da İran’ı diplomatik angajmanları genişletmeye ve komşu ülkelerden güvenlik taahhütleri almaya itebilir. Rusya’nın ise Ukrayna dosyası ve onunla bağlantılı bir dizi küresel aktörle halletmesi gereken işleri var. Diplomatik ve askeri enerjisini bu konuya odaklaması kaçınılmazdır. Çünkü buradaki bir başarısızlık ve yönetilemezlik sorunu Rusya açısından sistematik bir soruna evrilebilir.
Türkiye’nin Arap Baharı ile yükselen yeni diplomatik anlayışı çok yönlü ve boyutlu bir dış politikaya işaret etmektedir. Bu, sadece ülkenin diplomatik angajmanlarında, müdahalecilik kapasitesinde ve dış politika kültüründeki farklılaşma ve ayrışmalarla ifade etmenin ötesindedir. Bu durum ayrıca dış politikanın yeni kurumsal çerçevesinde de görülebilir. Dışişleri Bakanlığı, Millî İstihbarat Teşkilâtı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ortaklaştığı bu yeni düzenleme II. Karabağ Savaşı’nda da kendisini etkin bir şekilde göstermiştir. Azerbaycan ile kurulan yeni stratejik sürecin bu üç kurumun iş birliğiyle şekillendirildiği söylenebilir.
Bu yeni dış politik konseptin etkisiyle Güney Kafkasya’da ekonomik ve diplomatik iş birliği alanlarının arttırılması çok önemlidir. Özellikle Türkiye ve Ermenistan arasında başlayan diyalog süreci bunun bir örneği olarak gösterilebilir. Azerbaycan ve Ermenistan arasında devam eden müzakere süreci iki ülkenin iç siyasi dengeleri itibariyle zaman zaman aksasa da genel eğilime uygun olarak şekillenmektedir. Ermenistan ile geliştirilecek diplomatik ilişkiler Zengezur Koridorunun somutlaştırılmasında kolaylaştırıcı bir faktör olarak yükselebilir.
Bu gelişmelerin ve süreçlerin yanında Türk Devletleri Teşkilatı’nın yükselen ekonomik, jeopolitik ve güvenlik potansiyelini vurgulamak gerekir. Bu yapıya üye olarak Türkiye, Orta Asya’da yeniden düzenleyici bir güç olarak sivrilmiş ve ilgili ülkeler arasındaki etkileşimi arttırmıştır. Farklı sebeplerle Türkiye’nin bölge ülkelerle gerginleşen ilişkileri bu yapı sayesinde bir uyuma kavuşmuş denilebilir. Zengezur Koridoru ile Türk dünyası ile entegrasyonun ivme kazanacağı düşünülebilir.
Türkiye’nin Azerbaycan ile ilişkilerinin Şuşa Beyannamesi ile kurumsallık kazandığı görülmektedir. İki ülke arasındaki ilişkiler stratejik bir iş birliği patikasına girmiş olup orta vadede birçok alanda entegrasyonun kaçınılmaz olduğu söylenebilir. Zengezur Koridoru’nun aktifleşmesi ise bu açıdan teritoryal bağlantının oluşmasına yardımcı olacak kritik bir faktördür.
Etiketler: Azerbaycan, Dış Politika, Ermenistan, II. Karabağ Savaşı, Libya, Müdahalecilik, Suriye, Türkiye, Türkiye-Azerbaycan İlişkileri